TARİHİMİZ
“KARAHASANOĞLU” AİLESİNİN ADINININ KAYNAĞI ve AİLENİN GELDİĞİ YILLARDA KARADENİZ BÖLGESİ VE OĞUZ BOYLARINDAN ÇEPNİLER VE DİĞERLERİ
Oğuzlar/Türkmenler; Türkiye Türkleri ile İran, Âzerbaycan, Irak ve Türkmenistan Türkleri·nin atalarıdır.
Selçuklu ve Osmanlı hânedanları da onlardan çıkmıştır. Anadolu·ya Oğuz/Türkmen adıyla bilinen topluluğun göç etmesi ve yerleşmesi, büyük ölçüde Bü yük Selçuklu İmparatorluğu·ndaki siyasî ve demografik gelişmelerle ilgilidir.
Oğuzlar, X. yüzyılın ilk yarısında Seyhun boyları ile onun kuzeyindeki bozkırlarda yaşamaktaydılar.Yaşanılan hayat tarzı daha ziyade göçebe idi. Yegane ekonomik faaliyetleri hayvancılıktı. X. yüz yıl ortalarından sonra Oğuzların önemli bir kısmının yurtlarından göç etme sürecine girdikleri görülür. Bu göç etmede iç siyasi çekişme ler ve kuzeydeki Kıpçakların baskısı ile yer darlığı ve yaylak mahalle rinin kifayetsizliğinin rol oynadığı anlaşılıyor. Bu göç edenlerden bir grup, Karadeniz·in kuzeyinden batıya doğru muhaceret etti. Diğer bir grup ise güneyde Cend·e geldi. Oğuzlar burada İslâmiyeti bir din olarak kabul ettiler. İslâmiyet·i kabul eden bu Oğuzlara, ·Türkmen· de nilmeye başlandı.
- yüzyılın başlarında meydana gelen Büyük Türk muhaceretinden sonra XII. yüzyıl başlarında ·yeni bir Türk muhacereti· daha meydana geldi. Bu muhaceretler sonunda Doğu Karadeniz sahilleri iki yoldan istilaya ve Türkleşmeye maruz kaldı. Bunlardan biri Kara deniz dağlarında yayla yapan veya Harşit gibi vadilerden ilerleyen, diğeri de 1277·de Sinop baskınını karşılayan ve Samsun·dan sahili takiben doğuya doğru ilerleyen Oğuzlar·ın Uçok koluna bağlı Çepni lerdi. Çepniler, Oğuzlar·ın 24 boyundan biri olan Uçok boyuna bağlı idi ve ·düşmanla her zaman savaşır· manasına gelirdi.
Çepniler·in Anadolu·nun fetih ve iskânında mühim roller oynadıkları bilinmektedir. Hacı Bektâş-ı Veli·nin Sulucakarahöyük·teki ilk müritleri Çepniler·dendi.
Karadeniz·e sahilden ve Giresun-Trabzon hattının güneyinde bulunan dağlar ile vadilerden ilerleyen Çepni boyları, II. John (1280·1297) zamanında Ünye, Ordu ve yöresini fethetmiş ve Trabzon·a büyük bir akın düzenlemişti.
Çepni Türkleri, Kuşdoğan adlı komu tanları önderliğinde Giresun·u 1301·de fethetmişlerdi. Ordu bölgesini fetheden ve Bayramlı beyliğini kuran Çepniler·in lideri Bayram Bey, 30 Ağustos 1332·de ordusu ile Hamsiköy yakınlarına kadar gelmiş, ancak Komnenoslar·a yenilerek büyük sayıda kayıp vermişti.
15 Aralık 1361·de Hacı Emir Bey, Trabzon İmparatorunun elinde olan Giresun·a hücum etmişti. Yukarı Kelkit vadisinde yaşayan Çepniler de kuzeye doğru ilerleyerek Tirebolu·nun doğusunda Harşit deresi çevresinde ve bu dereye yakın yerlere yerleşmeye, kışlaklarını yukarı Hurşit·e kurmaya başlamışlardı.
Kürtün Bey·i Melik Ahmed, Bedreme kalesini kâfirlerden fethetmişti. Buna karşılık Trabzon krallarından III. Aleksios, Şubat 1380·de Harşit deresi çevresinde bulunan Çepniler·in üzerine yürümüştü. Çepniler·in, XIV. yüzyılın ikinci yarısının ortalarında Giresun, Tirebolu ve çevresi ve güneyindeki yerleri ellerinde bulundurdukları anlaşılmaktadır. Çepniler, böylelikle Trabzon·un fethinden iki yüzyıl önce Türkiye Selçukluları ile Türkmen Beylikleri döneminde bölgenin fethinde ve iskânında önemli roller oynamışlardı.
Giresun bölgesine, yoğun bir Çepni boyuna ait nüfus barındığından, Çepni Vilayeti adı ile bilinmekte idi. Şakir Şevket, Çepniler·in önce Türkeli·nden (Türkistan) İran·a, buradan da Anadolu·ya göç ettiklerini söyler. 100.000 kişi olan bu Çepni boyunun büyük çoğunluğunun, Giresun, Tirebolu, Görele ve Büyükliman·a yerleştiğini, bir kısmının batıya hareket ettiğini kaydeder(1). Şüphesiz bölgeye Çepnilerden başka Çiğil, Eymür, Üreğir, Şadı, Halaç Türkleri de gelmişler; kurdukları köye, oturdukları yere oymaklarının adını vermişlerdir(2). Çepniler, daha sonraki yüzyıllarda Trabzon·un doğusunda bulunan yerlere göç ederek oralardaki Türk yerleşmesinde önemli bir rol oynadılar.
Günümüzde Sürmene, Of ve Rize·nin özellikle merkez nahiyesi ile Karadere ve İkizdere·deki Türkler·in önemli bir kısmını onların torunları meydana getirir. Tirebolulu Hüseyin Avni Alparslan·ın da ifade ettiği gibi ·Vakfıkebir, Görele, Tirebolu ve Giresun kentli leri·, atalarının da Çepni olduğunu unutarak köylüleri küçük görürler ve ·Çepni· veya saf anlamında ·Uz/Oğuz· adam derlerdi(3).
Sahilde sıkışmış kalmış Rumlar·ın buraları yurt tutan Oğuzlar·ın başta Çepniler olmak üzere diğer boyları ·nasıl karşıladığını· tahmin etmek zor olmasa gerekir!..
Nitekim, Rumlar·ın ·toplum dışı, soğuk ve kendisiyle konuşulamayan· kişiler için kullandıkları ·ne Oğuz insan·· tanımlaması, yanlış olarak aynı boydan olmalarına rağmen ·şehirde oturanlar· tarafından ·köyde oturanlar· için kullanılmaya başlanmıştır. Bu da, Siri-Derya boyları ile onun kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan Oğuz ların, şehirde oturan ·oturak Oğuzlar·a· savaş ile meşgul olmayıp, kendilerini şehir hayatına verdikleri için göçebe eldaşlarınca yatuk, yani tembel denmesi gibi(4)· Bu küçümseyici tanım, Çepniler·in bir Oğuz/Türkmen boyu olduğunun şuuruna varılması üzere değişmiş, köylü ve şehirli hemen her kesim Çepni boyuna mensup olmaları ile övünür olmuştur. Bugün Tirebolu ve yöre kasabalarında oturan şehirli halk, kırsal kesimden gelmiş, daha sonra sosyal statü olarak ·şe- hirli· olmuş, ekseriyetle Çepni boyuna mensup kişilerdir.
İşte, yöremize yerleşen Çepniler·in izleri ve Çepni gerçeği!..
Bu kitabın konusu olan ·Karahasanoğulları·, sözlü anlatımlara göre ikinci muhaceret sırasında ve bunu takip eden yıllarda önce, eski adı Üskühat olan Erzurum Horasanı·na, daha sonra Doğu Karadeniz·de Trabzon Maçka·ya gelmişlerdir. Maçkalı şair-yazar Av. Subutay Karahasanoğlu (1925·2006), ·Karahasanoğuları·ndan bir kolun Tirebolu·ya yerleştiğini, Tirebolu·dakilerle akraba olduklarını· söylemekteydi. Maçka·da kalanlar Soyadı Kanunu·ndan sonra Karsan ve Karahasanoğlu soyadını almışlardır(5).
Sözel kaynak Nazmi Karahasanoğlu(6), Erzurum bölgesine Güvendioğlu aşiretine bağlı olarak gelindiğini, aşiretin üç kola ayrıldığını, bir kolun Karadeniz·e indi ğini, ikinci kolun Batı Karadeniz·e gittiğini, diğer üçüncü kolun ise İç Anadolu·ya yerleştiğini söylemiştir.
Nazmi Karahasanoğlu ayrıca, bu gelişte ·İsmail· adlı bir kişiden de bahsetmektedir. Diğer bir sözel kaynak Samiye [Karahasanoğlu] Türker(7) ise, herhangi bir kaynağa dayan maksızın ailenin Güvende·den Eynesil·e geldiğini söylemiştir. Güvende pazarı ve yöresi, Çepni boyunun yerleştiği, yayla mevsiminde hükümetin taşındığı bir yerleşim yeridir.
Kürtün·ün Taşlıca köyünde Güvenç Abdal Ocağı bulunmaktadır, ·Güvendi· soyadlı kişiler bu ocağa bağlıdırlar(8), Yeniköy mahallesinde ·Güvendioğlu· adlı ailelerin varlığı da bilinmektedir(9).
Maçka·ya yerleşen aileden bir kol bir müddet sonra Görele·ye, bugün Eynesil·in sahil köylerinden olan Heri [=Kekiktepe] ve Aralık·a gelmişlerdir. Burada, herhalde denizcilikle uğraşmışlardır. Çünkü Eynesil·de aile fertleri artık ·kaptan· olarak anılmaya başlanmıştır. Deniz ticareti, ailenin servet sahibi olmasına yol açmıştır. Ancak, Eynesil·den ·asayişsizlik· ve ·sürtüşmeler· sebebiyle Tirebolu·ya göç edilmek zorunda Kalınmıştır(1).
Eynesil·de Kekiktepe ve Aralık köylü leri arasında ·Karahasanoğulları·nın hatıraları hâlâ canlılığını koru maktadır. Sözel kaynaklar, Karahasanoğulları·nın Heri·den ve Aralık köylerinden Tirebolu·ya gittiklerini, Heri ve Aralık köylerinde büyük araziye sahip olduklarını, Karahasanoğulları ile akrabalık bağları bulunan ·İsmailoğulları·nın ·Karakaya· soyadını aldıklarını ifade etmekte dirler(11).
…1) Şakir Şevket, Trabzon Tarihi (yay. hzl. İsmail Hacıfettahoğlu), Trabzon 2001, s. 138;
Oğuz göçü, Anadolu·nun Türkleşmesi, Doğu Karadeniz bölgesinin Çepniler tarafından yurt tutulması için ayrıcabk. Faruk Sümer, Çepniler, İs tanbul 1992;
Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İs tanbul 1980, s. 96, 245, 259, 305;
Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, s. 512;
İlhan Şahin, ·Anadolu·da Oğuzlar·, Türkler, VI, Ankara 2002, s. 246, 257;
Yaylacılık Geleneğinin Giresun·daki İzleri·, Osmanlı Döneminde Konar-Göçerler, İstanbul 2006, s. 260;
Hanefi Bostan, XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadî Hayat, Ankara 2002, s. 352;
İsmail Hacıfettahoğlu, Sakarya Şehidi Binbaşı Hüseyin Avni Bey: Tirebolulu Alparslan, Ankara 2001, s. 124;
İbrahim Tellioğlu, Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Doğu Karadeniz·de Türkler, Trabzon 2004, s. 110·118.
(2) İlhan Şahin, ·Osmanlı Döneminde Giresun Bölgesinde Konar-Göçerlerin İzleri·, Osmanlı Döneminde Konar-Göçerler, s. 224;
Hacıfettahoğlu, age., s. 125.
(3) İsmail Hacıfettahoğlu, Sakarya Savaşı Şehidi Binbaşı Hüseyin Avni Bey: Tirebolulu Alparslan, s. 128.
(4) Hüseyin Mümtaz, Karadeniz·in Kitabı: Pontus Masalı, İstanbul 2004, s. 44;
Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), s. 71.
(5) BF (Ayhan Yüksel, ts); Maçka·ya yerleşen Karahasanoğulları·nın toplumsal konumları için bk.
Michael E. Meeker, ·Tarihsel Süreç İçinde Doğu Karade niz·de Toplumsal Değişim·, (çev. Kudret Emiroğlu), Kıyı Kültür ve Sanat Der gisi, sayı: 22 (Ocak 1988), s. 12-14.
(6)BF (Tirebolu, 1980)
(7)BF (Tirebolu, 1995).
(8)Alemdar Yalçın-Hacı Yılmaz, ·Güvenç Abdal Ocağı·, Hacı Bektaş Velî, sayı: 35 (Güz-2005), s. 9-14.
(9) Bu aileden Güvendioğlu Hacı Şâkir Efendi, 1300 (1884) yılında vefat etmiştir. Osman kızı Emine Hatun·la olan evliliğinden Ömer ve Mehmed, Hatice, Rüveyde ve Seher adlı çocukları olmuştur (TŞS, nr. 1810, h. 395).
(10) Eynesil·de Karahasanoğlu Salih Kaptan·dan intikal eden bir parça fındık bahçesi, 1950·li yıllarda Göreleli tahsildar Mehmed Efendi·nin oğlu Kemal Önder·e satılmıştır.
(11)BF (Talip Keskin [Kekiktepe 1929], Görele 13 Kasım 2006;
Mehmet Albar [Kekiktepe 1946],
Ali Kuşçu [Kekiktepe 1930],
Mustafa Gödek [Kekiktepe 1965],
Görele 17 Kasım 2006).
Giresun daki Karahasanoğulları·nın İsmailoğulları olarak anılmaları, bir bölümünün Karakaya soyadını almaları dikkat çekicidir.
Karakaya soyadını almaları, Eynesil·deki, Tirebolu daki, Şalpazarı, Maçka, Trabzon, Ordu, Rize Güneysu, Kocaeli Yuvacık, Kahraman Maraş Elbistan, Kütahya, Çankırı, Kastamonu, Çanakkale, Malatya, Sivas ve Erzurum daki Karahasanoğulları ile ailelerinin Karahasanoğlu olduğu anlatıla gelen soyad benzerlikleri araştırılmaya değerdir.
Soyad benzerlikleri ile ilgili olarak da Ayman, Erdem, Fırat, Güvendi, Kara, Karakaya, Karaaslan, Karaaslaner, Karahasan, Karahasanoğlu, Karul, Karataş, Kaya ve Özkaraaslan soyadlarının ortak bir yönleri Karahasanoğlu İsmail dede isminde mutabakat olunduğuna dairdir ve birbirleriyle irtibatlı olup olmadığı iyiden iyiye aydınlatılmalıdır.
Rize den Kocaeli ve İstanbula
KARAHASANOĞLU AİLE TARİHİ
Karahasanoğulları ailelerinde Ata baba olarak Karahasan efendi bilinmektedir.
Karahasanoğulları; Karahasan oğlu memiş efendi, Memiş oğlu osman efendi, Osman Oğlu ismail efendilerden devam edegelen Karahasanoğlu soyundan gelen ailelerdir.
Karahasan Oğuz türkmenlerindendir. Kara ünvanını oğuz beyliğinden almış oldukları söylene gelmektedir.
Bilinebildiği kadarıyla miladi 1400 yıllarının ortalarına kadar Karamanoğlu mehmet bey himayesinde yaşamışlardır. Fatih Sultan Mehmet Han Rum Pontus zülmünden bölgeyi korumak için başladığı hazırlık esnasında, Bölgede kargaşa ve anarşiye devam eden Uzun Hasan’ın halli sonrası Karaman·dan Sivas a, Maraşa, malatya’ya, Erzurum’ a, Kütahya’ya, Çanakkale, ye Çankırı,ya, Karadeniz’de Trabzon, Rize, Gresun, Bayburt,ta yerleştirilmiş ailelerden oluşageldikleri tahmin edilmektedir.
Araplardan, Kürtlerden, kiz alıp kız vermişler, Ermenilerden, rumlardan, gayri müslimlerden gelin etmişlerdir.
Büyük, büyük dedemiz ismail KARAHASANOĞLU yerleştiği Rize patomya, bilahare Güneysu dolaylarında Askaroz deresinin Karadeniz e döküldüğü yerin yanı başında Akarsu köyünde yaşamalarını sürdürmeye devam etmişlerdir.
Halen Karahasan oğlu memiş efendi(Trabzon’na yerleştiği söylene gelmektedir), oğlu osman efendi, oğlu ismail efendi (Kabri Rize, Bayburt, Erzurum Arasındaki Kop dağında dır).
İsmail Karahasanoğlu oğulları; Halil, Hüseyin, Mehmed Ali, Tahir, Temel, Yunus ve kardeşlerden oluşan bir aileden çoğalarak gelmektedirler.
Büyük dedlerimizden İsmail oğlu Temel (Karahasanoğlu), Patomya ve Akarsu, genç yaşlarda seçildiği muhtarlığıe ölümüne kadar sürdürmüştür. Yörenin sevilen ve ileri gelen aileleri olarak yaşamışlardır. İsmail oğlu Temel efendi nin oğulları ve torunları dede, baba ocağı Rize merkez Akarsu köyünde, yoğun olarak, İstanbul da ve muhtelif şehirlerde yaşamaya devam etmektedirler.
Aile istiklal harbinde Rizeli, Askarozlu balıkcı tekneleri ile İstiklal harbinde Rusyadan, Batumdan deniz motorları ile getirilen silah ve muhimat nakli ve taşımasında önemli roller almış ve yardım vermişlerdir.
Yine aynı aile; Rize ve Akarsu köyünde yaptıkları, yaşattıkları ve yaşatmaya devam ettikleri manevi, hayır, hasenatlarla, garip gurebayla ilgili gönüllü çalışmaları ile, bölgede önemli hizmetlere öncülük etmişler ve hizmetlerini taçlandırarak sürdürmeye devam etmektedirler.
Tüm aklı başında aileler gibi karahasanoğlu aileleride, Allah (cc) ın tüm canlılara ve insanlara bahşettiği, hakları hiç kimsenin ama hiç kimsenin elinden alınmaması gerektiği, her insanın doğuştan elde ettiği haklarını ve “İnsanı yücelt’ ki, devlet yücelsin” düşüncesini yaşam biçimi olarak dikkate alarak, merhameti, yardımlaşmayı, dayanışmayı, hoş görüyü, sevgiyi, barışı, karşılıklı saygıyı amaç edinmişlerdir. “Vatan sevgisi imandandır” hadisi serifini rehber edinerek yaşamışlardır.
Bu anlayışları hayata hakim kılmak adına; genelde yaşadıkları tüm yerlerde, özeldede Akarsu köyünde, Servetiye’de, Yuvacık’ta, Döngel’de aile büyüklerimizin öncülüğü ve katkıları ile insan merkezli hizmetler düşünülerek, bölgeye, ülkeye, hatta yurt dışına taşan hizmetlerle yüzlerce insanın yetişmesine vesile olunmuş, öncülük edilmiş ve edilmeye devam edilmektedir.
Bu vesile ile genelde Maddi ve manevi destekleri ile hizmetlerinin ayakta kalmasına, hayır ve hasenatların devam etmesine vesile olanlara özelde Karahasanoğulları’ndan ebedi hayata intikal edenlere,isimleri unutulmuş, nesilleri kesilmiş tüm aba- u ecdadımızı hayırlarla, dualarla anıyor Allah (cc) rahmetler diliyoruz.
İnsanların yetişmesine, eğitimine, öğrenimine, hayır, hasenata, garip, gureba, fakir fukaraya katkı verilmesine, hizmetlerin ayakta tutulmasına vesile olmaya devam eden, Karahasanoğlu aile fertlerini Şairimizin ” Eşekler ölür kalır semeri, İnsanlar ölür kalır eseri” dediği gibi hayırla ve duayla yad edilecek ömür bırakanları, bırakma gayreti içinde olanları, dualarla anıyor, sağlıklı, hayırlı ve yararlı ömürler diliyoruz.
Karahasanoğlu İsmail oğlu Temel KARAHASANOĞLU (Kabri Akarsu dadır) nun yedi kardeşi Karahasan efendinin 8 torunundan 6 sı Hüseyin, Halil, Mehmet Ali (Payitahtta saray ve padişah kayıkçılığı yapmıştır.), Tahir, Yunus, Kabirleri KOCAELİ/ İzmit- Servetiye· dedir. Birçok aile gibi Doğu Karadeniz· den gönderilerek bölgeye yerleştirilmişler, bir bölümüde bölgeye gelerek Servetiye· de bulunan ailenin yanına yaşamlarını sürdürmeye devam ede gelşmişlerdir.
Rus Harbinin yaşandığı yıllarda bölgede yaşanan Yokluğu ve yoksulluğu’da dikkate alarak Kadınları ve çocukları, korkunç zulmün, katliamın, ölüm kalım savaşının uzağına götürmek için, gemi veya motorla deniz yolu ile batıya, daha batıya yaşayabilecekleri ve korunabilecekleri kardeşlerinin yanına Servetiye ye gelmişlerdir. Karadeniz kıyılarından Kandıra/ Kefken· den karaya çıkarak iç kesimlere, sapanca gölü kıyısından İzmit körfez kıyılarına ulaşarak servetiye ye gelmişlerdir.
Bilahare gelenler Kocaeli karşı sahillerini geldikleri yere benzeterek Yuvacık sırtları, Samanlı dağlarının zirvelerine yakın, Kocaeli körfezine hâkim, Servetiye dolaylarına bölgeye yerleştirilen Mehmed Ali ve Hüseyin kardeşleri ile bir arada olmuşlardır.
Karahasanoğulları adlarıyla anılan yaylalar (hacı Halil dağı, kadir ağa Maran· ı, Servetiye Katahpa, Hacı Halil, diğer bir adı Tikulaklar köyü) mahalleler kurmuşlar, yoğun olarak Servetiye, Yuvacık, Döngel (Karşıyaka), Bahçecik, Gölcük, İzmit Kocaeli,İstanbul de yaşamışlar ve yaşamaya devam etmektedirler.
İkinci, üçüncü kuşak sonrası Rize, Kocaeli, İstanbul gibi Muhtelif şehirler ile değişik ülke ve Avrupa· nın değişik şehirlerinde yaşamalarını sürdürmektedirler.
Daha çok arazi kıtlığı nedeniyle Rize· den göç etmek zorunda kalan Karahasanoğulları· yerleştikleri Kocaeli ili İzmit merkez Bahçecik nahiyesine bağlı Servetiye de ve istanbul da yaşamaya devam etmektedirler.
Kafkas harbi ve tehciri, Kırım harbi ve tehciri, Balkan harbi ve tehciri, Afrika ve yemen savunmaları, çanakkale savaşı, sonunda da İstiklal savaşı günleri yaşanmaya başlamış, Amerikan misyonerleri ile İngiliz, yunan kışkırtmaları ve zulmüne mahkûm ve esir olmamak için, direniş kuvvetleri ve müfreze birlikleri kurulmasına vesile olunmuş, bilahare de Kuvva- i milliye cephesi oluşturulmasına öncü rol oynamışlardır.
Bir çok aile ile birlikte Geyve· de bulunan Kuvva- i milliye merkezi ve Kocaeli gurubuna bağlı Bahçecik (Servetiye) Kuvva-ı Milliye Müfreze birliği oluşturulması sağlanmıştır.
Bahçecik (Servetiye) Kuvva- i milliye merkezinin oluşması, Geyve Kuvva i milliye merkezi ve Kocaeli gurup komutanlığı ile koordine ve irtibatın temin edilmesi Yukarıda ismi geçen Hacı Halil oğlu Mahmut Nedim Beye Milis Bnb Rutbesi verilerek sağlanmıştır.
Halil oğlu Mahmut Nedim; (1888) Rize den çocuk denece yaşta aile ile birlikte Servetiye ye getirilmiştir. Rüştiye mezunudur. Askerliğini İstanbul (1908) Selimiye kışlasında yaptığı sırada, bilinen 31 Mart vakası yaşanmıştır.
Mahmut Nedim Bey, 31 Mart olaylarında aktif rol aldığı iddiası ile dönemin idarecilerince yargılanarak Kosova· ya sürgüne gönderilmiştir.
Genelde Osmanlıda (Kafkaslarda, Balkanlarda) Ruslar Ermeniler, Rumlar vs unsurlar eliyle yaşatılan sürgün ve tehcir olayları, Özel de Marmara Bölgesinde kışkırtmaların, anarşi ve terörün, İngiliz, Amerikan, Fransız, İtalyan misyonerleri sağlanıyordu. Yunanı himaye eder gibi gösterilerek, bir kısım Ermeniler, Rumlar ve gayri müslimler eliyle anarşist ve terörist organizeler bahsi geçen devletlerce himaye edilerek, desteklenerek sürmekteydi.
Terör ve anarşist çete organizatör ve yöneticilerinin İstila ve işgal öncesi bölge dışından geldiği adresleri Müslim, gayri Müslim komşular arası bilgi alış verişlerinden, manevi önderlerce, kanaat önderlerince ve basiretli mahalli yöneticilerce ve Osmanlı devletçe bilinmekteidi.
Bölgede Ermeni ve Rum terörist çetelerce yaşlı, erkek, kadın, çocuk demeden katliamların ve işgallerin yaşandığı malumdur.
Genelde tüm ülkede, toplu mezarlarda ve kabristanlıklarda, özelde Kocaeli·nin tüm eski kabristanlıklarında onlarca, yüzlerce, binlerce insan bahse konu ülkelerce kışkırtılan ve organize edilen Ermeni ve Rum çetelerce Şehid edilmiş, katledilmiş Müslüman kabrleri ile doludur.
Yapılmaya çalışılan bu katliamlar, meydana getirilmeye çalışılan terör ve anarşi, Osmanlı ülkesinde 1915 yılında yaşanan tehcir olaylarına dayandırılarak gerekçelendirilmeye çalışılıyordu.
Esasen organize hale getirilen ve mahalli ermenilerin bir kısmı ile de desteklenen terör ve anarşi çetelerinin hışmından, kininden ve kahpeliğinden korunmak istenen, terröristlere ve anarşistlere destek olamyan ermeni ailelerin iskan yerlerini değiştirme, diğer adıyla tehcirlerin dayanağı, sebepleri, esasları ve nedenlerini anlayabilmek için, özellikle araştırmacalar bakımından 18 Haziran 1913 yılında pariste Fransa himayesinde toplanan Arap kongresi ve sonrası ile 14 Aralık 1913 tarihine istanbula gelen General Liman von Sanders başkanlığındaki askeri islah heyetinin çalışmaları, çabaları, niyetleri ve o günkü Rus arzu, emel ve hayalleri bilinmeden, osmanlı, İngiliz, Alman, Amerika, Fransız, Rus, arşivleri bilimeden ve bulunanlar karşılaştırılmadan, yakın tarih, tehcir, yerdeğiştirme ve o günlerde anarşi, terör, kaos, kışkırtmalarla, yaşatılanların, yaşananların anlaşılmasının, hele bu günkü mantık, bakış, anlayış ve yorumlarıyla mümkün olmadığını herkesin ve her kesimin, ama herkesin, önceliklede araştırmacıların bilmesi, ve unutmaması gerekmektedir.
Bahse konu terör, anarşi ve katliam dönemlerinde Metropolit olarak Trabzon da Hirisantos, Edirne de Polıkaryos, Amasya da Koravangelis, Samsund da Tekomanidis, Gresun da Durandiyus, İzmir de de, İzmir Metropoliti Hirisostamos görev yapmaktaydı.
Aynı dönemlerdede müslümanların katledilmesi İzmir Metropoliti Hirisostamos “Helen çocukları! bugün ata topraklarınızı! yeniden fethetmekle İsa’nın en büyük mücizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda nekadar Türk kanı dökerseniz okadar sevaba girmiş olacaksınız. Haydi bütün azizler arkanızda, atalarımızın toprakları sizi bekliyor.” diyerek Rum ve Ermeni teröristleri ve vatan hainlerini cesaretlendirmiş, teşvik etmiş ve yüreklendirmiştir.
Bu ve benzeri teşvik, yüreklendirme, cesaret verme ve himayeler sonucu, İsmail Oğlu Yunus KARAHASANOĞLU· da bu terörist çeteler tarafından Kocaeli/ İzmit- Bahçecik- Döngel- Servetiye arasında damlar sırtları mevkiinde Şehid edilmiştir.
Şehid edilmesi, tehcir sonrası geri gelen Rum ve Ermeni tebaa· nın giderken Türklere sattıkları malları geri almasının kışkırtmalara ve teröre bahane edilmesine sebep olması idi.
Tehcir sonrası bölgeye geri dönen ermenler biz döndük size verdiğimiz toprakları bize geri verin talepleri, bedeli karşılığı toprak alan Türklerin, bedeli karşılığı toprak veren Ermenilerle görüşme yapmak istenilen servetiye heyeti Bahçeciğe inmişlerdir.
Bahçeciğe mahalli idarecilerce ve mahalli azınlıkca talep edilen görüşmeye giden Ömer(Çalık) efendi, Karahasanoğlu İsmail oğlu Yunus Efendi, Temel(Usta) efendi, Memiş hala oğlu İbrahim efendi, görüşme dönüşü Kocaeli/ İzmit- Bahçecik- Döngel- Servetiye arasında yeniköy- damlar sırtları mevkiinde Terör ve anarşi çıkarmak için hazır hale getirilien, İzmir· den bilerek, düşünerek ve organize olarak getirilen ve işgal kuvvetlerinin mahalli yöneticilerince himaye edilen çetelerce yolları kesilmiştir.
Olay mahallinin engebeli, yamaç, ormanlık ve akşam saatlerinde olması, heyetin diğer bireyleri yamaçtan ormana atlayarak kurtulabilmişlerdir.
Bahçecik’te kilise ve Amerikan Kolejinde yuvalanmış, Emperyalist, anarşist ve terörist organizasyonlarca yönlendirilen Ermeni Teröristler istiklal harbimizin son günlerine, son yunan askeri çekilinceye, kocaeli yarım adasından ve İzmir· den kovuluncaya dek bölgede kan dökmeye anarşi ve terör estirmeye devam etmişlerdir.
Heyetin sağ kalanlarınca ve karahasanoğulları ailesi tarafından yapılan ihbar, şikayet ve çalışmalar ile devletin yaptığı araştırma ve sorgulamaları ile Teröristlerin yanlarında bulunan ve bölgede yaşadığı bilinen Ermenilerin yakınları ile bilahare yapılan konuşmalarla, himaye darların, faillerin, kışkırtıcıların kimler olduğu bilinmiş, nerden geldikleri belirlenmiş, hatta adli kayıtlara· da geçtiği söylenmiştir.
Bu yuvalanmaya ve hiristiyanların manevi mekanlarının ve eğitim yerlerinin kullanıldığının en bariz göstergeside Yunanitanın asker, devlet ve siyaset adamı Venezilos un anılarında ” Bil cümle küçük, büyük şehirler, kasabalar ve şehirlerdeki kiliseler ve rum okulları tamamen silah deposu haline ifrağ edilmişlerdir. Rumlar büyük bir basiret ve cesaret göstermişlerdir. Türklerin mabetlere olan hürmeti ve mahalli okullara bahşettikleri haklardan istifade etmişlerdir”(1) diyerek anılarında Osmanlı topraklarını bölmeye, parçalamaya, yok etmeye yönelik, ta o günlerden başlanan bölücü terör ihanetlerini gözler önüne sermektedir.
Osmanlı topraklarında Silahsız, Savunmasız, masum yüz binlerce, milyonlarca Müslüman’ın çocuk, kadın, yaşlı demeden Şehid edilmeye devam edildiği karanlık bir dönem yaşanmaktadır.
Dünya tarihinde ilk bombalı saldırı, ermeni teröristlerce, Osmanlı sultanı Abdülhamit·e Han’a yapılmış terörist saldırı olarak tarihi kayıtlara geçtiği bilinmektedir.
Osmanlıya gizliden, gizliye savaş açtığı bilinen emperyalist ülkelerin terör ve anarşi süreci, Osmanlı ekmeğiyle büyüyen ve Osmanlının milleti sadıka dediği bir kısım Ermeni ve Rum cemaat mensupları kullanılarak başlatılmıştır.
Ancak; Osmanlının milleti sadıka diye anlattığı tebasına 1823 yılında başlayan, 1827- 1828 yılında büyüyen Gregoryen, Ortodoks, Katolik ve protestan mezhebleri arasında yaşanan olaylar, Ortodoks Patriğinin onayı ve yönlendirmesi ile yaşananların vahameti Osmanlı sultanı II. Mahmud a anlatılarak 1830 yılında yayınlanan fermanla Ermeni Ortodoks patriğinin sürgüne gönderdiği Katoliklerin geriye dönüşü, mallarının ve haklarının iadesi ve inançlarını yaşama hakları sağlanmıştır. Osmanlı Fermanı ile başlayan bu sürecin evveli ve ahırı bilinmeden Osmanlının ve idda edilen sürgün ve tehcirlerin anlaşılamıyacağı bilinmelidir.
Cömert, hoşgörülü, merhametli ve gani gönüllü müslüman osmanlı halkının, bilinen süreçte ortaya koydukları dayanışma; merhamette ve yardımlaşmalarda hiç bir inanç ve insan ötekileştirilmeden, müslüman osmanlı tebasının insani dayanışmaları bilinmektedir.
Dindaşları tarafından merhametsizliğe, insafsızlığa, sürgüne terk edilen azınlık hiristiyanlar, kendilerine müslümanların gösterdiğ osmanlı hogörüsünü komşularına anlatarak, günlüklerine(2) yazarak ve anılarıyla tarihe mal ederek vefa borçlarını odemeye çalışmışlardır.
1830 1867 1890 ve sonrası Emperyalist ülkelerin başlattığı yeni süreç ve 1909 1917 sürecinde balkanlarda ve Çanakkale savaşları, Ermeni ve Rum çetelerce komşuları, yakınları ve Öz amcası İsmail oğlu Yunus· un ermeni çetelerce Şehid edilmesi, Karahasanoğullarını ve Mahmud Nedim bey ve aileyi derinden etkilemeye devam etmiş 1918 1923 istiklal harbimizin yaşandığı surece organize olmaya katkı vermiş heyecanları tetiklemiş, kamçılamış, aileyi ulusal direnişe kilitlemiştir.
Doğu Karadeniz den bilinerek, düşünülerek Dönemin Kocaeli mutasarrıfı (Kocaeli Mutasarrıflığından önce Trabzon Mutasarrıfı olan) Sırrı Paşa (Kabri Kocaeli, İzmit Namazgah şehitliğindedir) tarafından bölgeye yerleştirilen bilahare de, Moskof himayesindeki moskof ve ermeni zulmünden korunmak için çocukları ile kadınları ile Kocaeli Servetiye ye gelen Karahasanoğulları tüm millet ve bir çok aile gibi burada da gizli Amerikan misyonerlerinin, aleni İngiliz, Fıransız, Yunan misyonerlerinin zulmüne ve Türk milletini esaret altına alma uğraşılarına muhatap olmuştur.
Bahçecik e ve bölgeye kışkırtama, kaos ve terör amaçlı dışından gelenlerce, yerli Ermeni ve Rumlara Karahasanoğlu ailelerini sürekli şikayetler yaptırılarak, rahatsız ettirilen ve kışkırtılan İzmit Mutasarrıflığı (İzmit Mutasarrıfı Sırrı bey) çareyi, şikayetçilerle ilgili işlemleri Osmanlının Başkenti olan İstanbul· a sormakta bulduğu bilinmektedir.
İstanbul daki yetkilinin “bu insanlar gelecekte oraları koruyacak esas unsurlarımızdır, tahrik, kışkırtma, yıldırma , bu insanları iftiralarla bölgeden uzaklaştırma aldatmalarını dikkatle takip edin” demek suretiyle mutasarrıflığın dikkatini çekmişlerdir. Bilahare Kocaeli Mutasarrıfı Sırrı bey Fransız misyoner okulunu Ruhsatsız olduğu gerekçesi ile kapatınca, Fransız okulunun açılması için istanbul Hükümet merkezince yapılan baskılara rağmen fransız okulunun açılmasına mutasarrıflık olarak izin vermeyince görevden alınmış Kocaeli Mutasarrıfıdır.
Karahasan oğulları Kocaeli bölgesinde de Amerika, İngiliz, Fransız ve Yunan zulmüne ve esaretine mahkum olmamak için hiç bir talep ve davet beklemeden istiklal harbine iştirak etmişlerdir.
Karahasanoğulları· ndan İsmail oğlu Mehmed Ali bey, (Abdulhamit Hanın Kayıkçısı) Dogu Marmarada İpsiz Recep namıyla şöhret bulan (Rize Kambozlu) Milis teymen (Mülazim) Recep Efendi nin seyyar müfreze takımında ve Kırım, balkanlar, Erzurum tabyaları ve İstiklal savaşımızın kadın kahramanlarından, Erzurumlu Kara Fatma· nın müfreze takımında istiklal savaşına katılmış ve savaş sonuna kadar değişik hizmetlerde bulunmuştur.
Bu vesile ile Ulusal Kahramanlarımızdan Kuvva-İ Milliye Seyyar, Milis Takım komutanı Nam-ı Değer Kara Fatma hanımın muhatab olduğu hayatı; Ata babasına, Atasına, Anasına karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen milletlerin burnunun yerlerde sürünmekten kurtulamıyacağını, iki yakasının bir araya gelemiyeceğini, millet olarak unutmamamız ve unutulmaması için bişeyler yapmalıyız.
Yine 220 kiloluk top memisini sırtlayıp Ya Allah deyup top namlusuna süren ve Çanakkale savaşının kazanılmasına vesile olan Balıkesir- Havranlı koca Seyyidi, Fakru zaruret içinde ebediyete intikal ettirdiğimizi ibretle, hayretle, üzüntüyle dinlediğimizi unutmamlıyız.
Hey hat ki, hey hat; yanlız Çanakkale kahramanımız Koca Seyyidi değilmiş ilgisizliğe itilen;
Meğer; Doğu ve Balkan cephelerimiz ile İstiklal Harbimizin Kadın Kahramanlarından “Ulusal kahramanlarımızdan” Erzurumlu kara Fatma’da ilgisizlikle ötekileştirilenlerdenmiş.
Kocası Binbaşı Derviş Bey·le birlikte Kars cephesinde, Balkanlarda savaşmış. Edirne·de Bulgarlara karşı mücadele vermiş, İstiklal harbimizin kadın kahramanı ve büyük dedelerimizden Mehmed Ali beyin de müfrezesinde istiklal harbinde savaşa katıldığı ile övündüğümüz, medar-ı iftiharımız Kara Fatma anamızın içler acısı ve sefalet içinde geçen istiklal savaşı sonrası, Cumhuriyet devri hayatını, acı ile, hüzün ile, ızdırapla ve ibretle ders çıkarabılmek adına “yürek burkuntusuyla” bilginize takdim ediyorum. Kara Fatma Anamızın, Tarihçi yazarlarımızdan Mustafa ARMAĞAN’ın kaleminden Zaman gazetesinde de yayınlanan ibretlik hayat notu “Hani bazen yaprakları kelam-ı kadime dönmüş eski dergi sayfalarını karıştırırken yüreğinizin orta yerine bir ağırlık, karabasan gibi çöker ya…
Yedigün dergisinin 1930·lu sayılarını karıştırırken de aynı hal arız oldu bana. Fotoğrafta, sadece o hülyalı bakışlarındaki derinliği korumuş bir kadın başı bana bakıyordu. Gözüm bir yerden ısırıyordu bu bakışları ama nereden?
Bakışlarım fotoğrafların üzerindeki başlığa kayıyor ister istemez. “Kara Fatma Rus manastırında” kelimelerini bir hamlede okuduğumda kendime, Yok canım, o olamaz, olsa olsa bilmediğimiz başka bir Fatma·dan bahsediyor olmalı· diye teselli vermeye çalışırken, asıl darbe, resim altı yazısında balyoz gibi iniyordu beynime. Şöyle diyordu bu iki büklüm olmuş kadının fotoğrafı altında: “Açlığımı kimseye belli etmemek için odama kapanır, ağlarım.”
Yaşadığım yürek burkuntusuna rağmen yine de bu ·açlıktan ağlayan kadın· portresini bildiğim Kara Fatma·ya yakıştırmama inadım formundaydı. Ne var ki bu direnişim, asker kıyafetli bildiğimiz Kara Fatma fotoğraflarının birinin altında güneş görmüş inatçı Erzurum karı gibi eriyordu. ·Şimdi 55 yaşındayım· diyordu belinde kaması ve göğsünde fişekliği olan kadın, ve devam ediyordu:
“Askere gittiğim zaman 24 yaşında idim.” Çatıdan üzerime iri bir buz parçası düşer gibi oldu. Bu o… Evet, bu o…
O9 Ağustos 1933 tarihli Yedigün·ün 22. sayısında yakışıklı bir efsane çöküyor ve ikrah ettiren acılıkta bir tarih yazılıyordu.
Erkek askerler için Mehmetçik hangi anlamı taşıyorsa, orduya katılan kadın askerlere de genel olarak “Kara Fatma” denildiğini biliyoruz. Üstelik bilinen ilk Kara Fatma, 1854-1856 Kırım Harbi·ne katılmış; kendisi Çukurova·daki Cirit aşiretine mensup bir ocağın kâhyasıdır. Ayağında çizmeleri, başında tülbent sargısı, belinde silahları ve elinde kamçısıyla ve dahi güneşten esmerleşmiş yüzüyle erkekten bir farkı olmadığını, bizzat Gazi Ahmed Muhtar Paşamız anlatıyor. Hatta Sivastopol Destanı·nda adının “Nisâlar kahramanı” olarak geçtiğini dahi biliyoruz.
Lakin Kurtuluş Savaşı·ndaki Kara Fatmaların en meşhuru, Erzurumlu olanıdır. Kocası Binbaşı Derviş Bey·le birlikte kâh Kars cephesinde, kâh Balkanlarda savaşmış. Edirne·de Bulgarlara karşı mücadele vermiş, ağaç kabuğu kemirerek hayatta kalanlardan biri olmuş. Mütarekeden sonra ise kaybetmiş eşini. Sonra onu İstanbul·dan Sivas·a giderek Mustafa Kemal Paşa ile görüşürken görürüz; ardından o artık cephelerdedir: İzmit, Düzce, Adapazarı, İznik civarında Yunanlılara baskınlar düzenlerken, köylerden, kasabalardan gönüllü toplarken karşımıza çıkar. Bir de gazetecilere ilginç bir figür olarak görünmüş olmalı ki, 1923 yılına kadar kendisiyle çeşitli söyleşiler yapılmış, korkusuzluğu, cesareti ve yaralı olduğu halde gözünü budaktan esirgemeyişi vurgulanmış, adı Garp cephesinde bir efsane bulutu gibi dolaşmış; bir de kendisine bağlanmak istenen maaşı Kızılay·a bırakmasındaki yüce gönüllülüğü.
Velhasıl Erzurumlu Fatma Seher Hanım ya da nam-ı diğer Kara Fatma, Kurtuluş Savaşı·nın sembol ismi olarak günümüzde ders kitaplarına kadar girmeyi başarmıştır.
Lakin Yedigün dergisinde bulduğum söyleşi, Kara Fatma·nın 1923-1944 arasında gözlerden uzak geçen hayatı üzerindeki karanlığı kaldırıyordu.
Bugünden bakınca Kurtuluş Savaşı gazileri Lozan·dan sonra sanki yere göğe sığdırılamamış gibi geliyor bize. Onlara topyekün sahip çıkılmış ve bir dedikleri iki edilmemiş zannediyoruz.
Ne kadar yanıldığımızı birazdan bir kere daha anlayacağız. Kara Fatma, 1933 yılında İstanbul·un Galata semtindeki Rus manastırının bir odasında sefalet içinde yaşamaktadır.
Aradığı kişiyi 2. kattaki 9 numaralı odada bulan muhabir Mekki Sait Bey·i önce bir Rus çocuğu karşılar ve kendisine Kara Fatma·nın odasını gösterir.
Muhabir onu, komşularının artıklarıyla karnını doyuran ve yalnız kaldığı zamanlarda utancından hüngür hüngür ağlayan birisi olarak anlatır bize.
Kara Fatma·nın odasında iki çuval seriliymiş ya, kendisi yerde tahta üzerinde yatıyormuş. Çuval dediği, torunlarının yatağı. Köşede bir tencere, soğuk bir sac mangalın yanında aylarca evvel yere nasıl bırakıldıysa öyle duruyordur.
Kara Fatma konuşmaya, iş bulamamaktan şikayet ederek girer: Kapıcılığa, hatta çöpçülüğe bile razıdır torunlarına bakabilmek için. Ama kimse iş vermemiştir ona.
Yaralarından söz eder sonra, savaşta aldığı. Kızının parmaklarını şarapnel uçurmuş, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra ise delirmiş. Böylece torunlarına bakmak zorunda kalmış Kara Fatma. Yine de göğsüne taktığı İstiklal madalyasından gurur duymaktadır: Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan, bu İstiklal madalyasıdır. Açım ama şerefliyim!
Aç ama şerefli kadın ağlamaya başlar o sırada. Ağlarken anlatır, anlatırken ağlar:
– Bazen çocukların elinden tutuyor, Şu yetimler aç kalmış, ölecekler· diye nineleri olduğumu sezdirmeden onlar için yardım toplamaya çıkıyorum. Ne yapayım, siz söyleyin! Muhabirin aklına torunlarının nerede olduğunu sormak gelir. Sokaktadırlar; birazdan geleceklerdir.
Dilenmekten dönerken birinin avucunda 100, diğerininkinde 60 para olacaktır. Al nine derler, hiç harcamadık, olduğu gibi sana getirdik. Bir çay pişiremez misin bunlarla? Ekmek batırıp da beraber yiyelim. Torunlarıyla birlikte dilenen bu Kara Fatma portresine alışık olmayan yüreğiniz hop oturup hop kalktı, biliyorum ama gerçeğin yüzü bazen böylesine acımasız ve soğuktur.
1944·te (69 yaşında) yeniden hatırlanıp Defterdarlık·ta bir işe yerleştirilen Kara Fatma, 1954 yılına gelindiğinde artık 79 yaşındadır ve yine sefil bir vaziyette İstanbul·da bir kulübede tek başına yaşamaktadır.
Tek Parti dönemini perişanlıklarla geçiren Kara Fatma·ya doğru dürüst bir maaş ne zaman bağlanmıştır bilir misiniz? Demokrat Parti devrinde, 22 Şubat 1954·te. Ancak özel bir kanunla kendisine ömür boyu 170 lira maaş bağlanan Kara Fatma·nın ömrü bu maaşı yemeye yetmeyecek ve ertesi yıl Erzurum·da hayata gözlerini yumacaktır.
Sağlığında bir gazeteciye; “Göğsümde bir şarapnel parçası var. Acı veriyor. demişti”. Tarihimizin göğsündeki şarapneller ne olacak Fatma teyze, sen söyle? ” m.armagan@zaman.com İşte böyle gönderdik ebediyyte Kara Fatma anamızı
İşte bunu için Unutmamlıyız çunkü; Bu günde kıtalar büyüklüğündeki anadolu topraklarında aynı sevdalarla, çabalarla, gayretlerle gazi olmuş, gazi olmaya devam eden, devam edecek olan, yiğitlerimiz, bahadırlarımız, sedar boylularımız, kınalı kuzularımız vardır.
Gerektiğinde Eşlerimiz, Analarımız, Kızlarımız, Çocuklarımız da, bu topraklarda imanla, huzurla, mutlulukla yaşamanın bedeli olan, şehid kalmayı, gazi olmayı imanımızın imanlarının gereği sayacaktır.
Unutmamlıyız ki; bugün de, ulusumuzun ve ülkemizin bekası, huzuru ve sukünü için, bu topraklarda ebet müdet yaşayabilmek adına, çanlarını veren şehidlerimiz, Şehid yakınlarımız, Şehid yetimlerimiz, yoksul yetimlerimiz, yetim yakınlarımız kolunu, bacağını, gözünü, kulağını, sağlığını, çalışma kabiliyetini kaybetmiş gazilerimiz bulunmaya devam etmektedir ve edecektir.
Tüm bunları asla ve asla unutmadan ve unutulmadan biz yine dönelim karahasanoğulları aile tarihine Karahasanoğlu, Mahmut Nedim Beyin Amcası, Yunus oğlu Akif in (Askerliğini 1850 lerde Kırım bölgesinde yapmış, Balkan harplerinde yaralanmış gazi olarak gelmiş, tekrar savaşın devam ettiği Osmanlı cephelerine dönmüş, Çanakkale· de savaşmış, Erzurum tabyaları veya Kafkaslarda Şehid olduğu söylenmektedir,) Gidip gelmeyenlerdendir. “küffar la Savaşmaya gidiyorum, gelen gelsin” sözü Mahmut Nedim beyin Seyyar Müfreze kuvvetleri ve Kuvva-ı Miliye cephesi oluşturmasında kararlılığını pekiştirmiştir.
Kuvva- i Milli Müfreze Tabur komutanlığı veya Seyyar milis müfreze Tabur komutanlığı Mahmut nedim beye, batı cephe komutanı Ali Fuat paşa tarafından, 31Mart olaylarında ve kosova sürgünü esnasında tanıdığı Rauf bey marifetiyle tevdi edilmiştir.
Geyve Kuvva i milliye merkezinde Albay Rauf beyle ve Kocaeli Gurubu komutanlığına getirilen Halit beylerin himayelerinde bölgede Milis tabur komutanı olarak görev yapmıştır. Milis binbaşi Mahmut Nedim bey, Mülazım Recep efendi (Mustafa Kemal Atatürk ün “Emice” diye hitap ettiği namı değer “İpsiz Recep”), Mülazım Mustafa efendi (Servetiye Mahalli müfreze takımı komutanı Mustafa Tarı), Mecit Çavuş, Şakir Çavuş, Şalambar Mehmet Çavuş ve isimleri tespit edilemeyen kahramanlarla Bölgede Gök bayrak taburları, yıldırım taburları , oluşturulmuş ve yıldırım alayı ile 14. alayda kahramanlıklar yaşatılmıştır.
Ali Fuat paşanın Moskova büyük Elçiliğine tayini ile Batı cephe komutanlığına getirilen Haydar Özalp paşa döneminde’ de Mahmut Nedim beyin milis taburu Kocaeli gurubunda, düzenli ordunun, devletin ve milletin emrinde savaşmaya devam etmiştir. Yrb. Mahmut nedim beyin milis taburu Kocaeli Gurubu ileKocaeli Mutasarrıf, istiklal cephelerinde ve isyanların bastırılmasında istiklal savaşı sona erene kadar düzenli ordunun emrinde bulunmaya devam etmişlerdir.
Kocaeli gurubunca Güney doğu Marmara’ da oluşturulan müfreze birlilikleri içinde, Geyve (Ali Fuat Paşa) dan Deyirmendere sırtlarına kadar olan Bahçecik Kuvva- i milliye cephesi seyyar müfreze komutanlığı Müfreze Binbaşı Mahmut Nedim beyin in komutasındaki seyyar müfreze taburuna verilmişti. Yaşanan zulüm, kan ve göz yaşları arasında KOCAELİ bölgesinde Yunana ilk kurşun, Mahmut Nedim Beyin Oluşturduğu Bahçecik (Kullar, Yuvacık, Döngel. Bahçecik, Yeniköy) Servetiye seyyar müfreze taburunun, keşif mangasınca sıkılmıştır.
Bahçecik (Kullar, Yuvacık, Döngel. Bahçecik, Yeniköy) Servetiye cephelerinde savaşan Karahasanoğlu Şakir çavuş, Karahasanoğlu Mecit Çavuş, Şalambar Mehmet Çavuş ve Karahasanoğlu Hüseyin, oğlu Muhammed ‘ in bulunduğu keşif mangası tarafından, Naldöken dolaylarında, Bahçecik- soğuk su sırtları , Hasbahçe ile döşeme köyü arasında yunana ilk kurşun sıkılmış ve ilk şarapnel yarasını Hüseyin oğlu Muhammed ayağından almış ve Gazi Muhammed unvanına mazhar olmuştur. Kabri Kocaeli/ İzmit- Karşıyaka (Döngel) Merkez kabristanlığındadır.
İstiklal harbinden çok önce bölgeye doğu Karadeniz den, genelde Rize, Trabzon ve Artvin dolaylarından Kafkaslardan ve balkandan gelen göçmen Türkler ve gayri Müslim azınlık olarak de Rumlar, Ermeniler, birkaç Musevi aile, yaşamını sürdürmekte idi.
Karahasanoğulları, Azakoğulları, Arapoğulları, Kurdoğulları, Tantaoğulları, Çalık oğullar, Usta oğulları, Haci Maksut oğulları, Pelevanoğulları, Şalambarlar, Muçali oğulları, Çakır oğulları, Şeyh Aliler ve Tepecik bölgesinden’ de Usta aileleri ve birçok ismi bilinemeyen aileler, bölgenin savunmasın Geyve- Ankara destekli milis müfrezeleri oluşturarak istiklal harbimizin kazanılmasına önemli katkılar sağlamışlardır.
Güney Marmara’ dan Bahçecik, Servetiye cephesini aşarak, cebri yürüyüşle Sakarya meydan muharebesinin yapıldığı alana beş saatte varalabileceği, en kısa ve kestirme yollara bu bölgeden ulaşıldığı bilinmektedir.
Sakarya meydan muhaberesinin kazanılma başarısına, İzmit Körfezine- Derince ve Seymen iskelelerine yığılan, Sakarya’ ya geçme amaçlı İngiliz destekli Yunan kuvvetlerinin geçememesine, Kocaeli gurup komutanlığı ile birlikte karaçam boğazı, Geyve boğazı, körfezin güneyinden samanlı dağları ve bölgeyi savunan kuvvetler ile Servetiye Kuvva i milliye merkezi (14. Alay ?) Milis Kuvvetleri ve isimsiz ulusal kahramanlarımızın katkıları ile sağlanmıştır.
İzmit Körfezine yığınak yapan istilacı emperyalist Amerikan destekli, İngiliz himayesindeki Yunan kuvvetlerinin Arifiye, Sapanca, Maşukiye, Derbent, Aslanbey, Kullar, Yuvacık, döngel, Bahçecik, Yeniköy, yazlık, Asarköy, İhsaniye sırtlarından, Sakarya’ ya ulaşmasına, Yunan kuvvetleri komutanı Trikopis’ e gönderilmesi düşünülen yardım kuvvetlerinin kestirme yoldan gitmesine bahse konu aileler ve isimsiz kahramanlar mani olmuş, Yunan kuvvetlerinin savaşı kaybetmesine, esir alınmasına vesile olunmuştur.
Hatta Trikopis’ in esir alınma anını yıldırım alayı (14. Alay ?) Mahmut Nedim bey komutasındaki, müfreze taburu olarak Şakir çavuşlar, Mecit çavuşlar, Abdo çavuşlar, Mehmed Ali, Ruşen, Hamza, Hacı Zülküf, İsmail, Muhammed, Mustafa amcalar da bulunmuştur.
Albay Deli Halit beyin, Yunan Generali Trikopis’ in Esir edilme anında, öldürülmek istenmesine, Hulusi Paşa, “Yunanın elinde esir olan subaylarımızı öldürtmek mi istiyorsun”, bunu (Trikopis) “esirlerimizle mübadele edeceğiz” diyerek mani olduğu, Kütahya dolayları diye tarif edilen bir yerde beyaz atının üstünden aşağıya indirilerek esir alınmasına şahit olanlardan Gazi Şakir dede ve büyüklerimizin anlattığı savaş anılarından dinlene gelmektedir.
Gazi Ahmet Karaaslan eşi Gülhatun (Avcı) Karaaslan ” Deden (Gazi Ahmet) cephede savaşırken biz yaylaya göçtük mağaraya sığındık, savaş devam ediyor, arada bir üzrerimizden lap, lap, lap diye uçaklar geçerdi, uçak sesi duyulunca çocuk, inek nevarsa sığınağa kaçırırdık, bidefasında ineğimizi alamadık, evumun herşeyi bir ineğimiz var, Recep 7- 8 yaşlarında (Gazı Ahmet Karaaslan oğlu, Recep Karaaslan) gitti ineği surdi mağara tarafa, inek giderse kaldık aç, minci,(Ekşimek), yağ, buzak satıp dedeye savaşsın diye para yiğiyoruz.” der sıkıntı, yokluk ve yoksulluk yıllarını anlatırdı.
Gazi Eyüp Özkaraaslan eşi Şerife (Çalık) Özkaraslan “Düşman saflarında savaşan bölgedeki azınlık rum ve ermeniler savaşan Türklere, minci parasıyla, yağ parasıyla aldığınız silah ve mermilerle bu savaşı kazanamassınız” diye bağırarak cephede moral bozma maksatlı, küfürler savuruyorlardı.
Aslanbey, Kullar, Yuvacık, Döngel(Karşıyaka), Bahçecik, Yeniköy, İhsaniye sırtlarındaki Servetiye Kuvva- i Milliye istiklal cephesi istihkam mevzilerine, soba boruları dizerek, düşmana batarya topları görüntüsü vererek, eldeki az sayıda silahla, sayılı mermilerle, savaşıldığı, çokça manevi yardımlara şahid olunduğu anlatıla gelmektedir.
Onca yoğun silah sesleri arasındaki, savaş cephesindeki istihkam mevzilerinin bulunduğu ağaçlardaki kuşların, cephedeki kuvvetlerimizin başlarının üstünde durmaya devam etmesi, cephede savaşanların en zor anlarında, sis ve bulutların cephelere çökmesi ile düşmanın görme kabiliyetini kaybettiği olaya şahit olan dedelerimiz tarafından göz yaşları içerisinde anlatılmıştır.
Yaşlı Rum ve Ermeni kadınlarının, “bizimkiler sizinkilerle değil, dev cüsseli, yeşil sarıklı, uzun kulaklı, kelle bacaklı askerlerle savaşıyorlarmış, bizimkiler bu savaşı kazanamıyacağız diye konuşuyorlar” diyen Rum ve Ermeni komşu kadınlarından dinlediklerini, “bizler yaşlılarımızdan dinliyerek büyüdük”.
Kazılan mevzilerin, ertesi gün kazım işinin ara verildiği yerden daha ilerde olduğu, birkaç kez hissedilmesi üzerine, kazılan son noktaya işaret bırakılmasına rağmen ertesi gün çok daha uzaklara istikam cephe kazımının ulaştığı….. gibi olayların yaşandığını, yaşayanların anlattıklarından biliyoruz.
Bunca yokluk ve yoksulluklar içerisinde bu aziz milletle birlikte, Karahasanoğulları bölgedeki Kuvva- i milliye kuvvetleriyle, Ankara’nın ve Batı cephe komutanlığının emrinde, Geyve Kuvva i milliye merkezi ve Kocaeli gurubu ile İzmit’ in, Kocaeli’nin kurtarılması dâhil, Sakarya, Eskişehir, Afyon, Kütahya, Bilecik, İznik, Bursa, Müdanaya, İzmir hattında savaşa iştirak etmişlerdir.
Bu vesile ile İstiklal harbimizde, ülke ve Bölge savunmasında, Kuvva- i milliye Servetiye cephesinin oluşturulmasında, İstiklal harbinde yararlılık sağlayan ulusal kahramanlarımızı hayırla, şükranla, duayla yad edilmesi gerektiğini akıldan çıkarmamalıyız.
Yine Karahasanoğlu yunus oğlu Gazi Kadir (Kabri Kocaeli/ İzmit- Karşıyaka aile kabristanlığındadır) Marmaralı ve Körfezli kahraman arkadaşlarıyla İstanbul, Kasımpaşa, Üsküdar, Darıca, Gemlik, Yalova, Karamürsel, Değirmendere, Seymen iskelelerinde, Güney Marmara körfezinde, sahil yoluyla denizden anadoluya silah ve mühimmat yardım organizasyonlarında bulunmak suretiyle, gönüllü çalışmalar yaptıkları esnada, mahalli ispiyonajla, Kocaeli deki İngiliz idarecilerine yapılan ihbarlarla tutuklanması sağlanmış ve üç arkadaşı ile yargılanmak üzere, esir olarak malta’ ya götürülmüşlerdir.
Malta da uzun aylar esir olarak yaşamışlar , İngiliz askeri idam mangasınca infaz edilen bir çok insana ve bir arkadaşlarının öldürülmesine, şehit edilmesine şahit olmuşlar ve bilahare malta’ dan suçlulu oldukları tespit edilememiş, istiklal savaşı sonrası maltaya götürüldüğü sağ kalan arkadaşıyla birlikte sürgün ve esaretten kurtulmuşlardır.
Malta dönüşü deniz yolu ile İstanbul’ gelen Yunus oğlu Kadir yorgun, bitkin, bir insan olarak, kasımpaşaya, muhtemelen daha önce bildiği amcasının Kasımpaşa daki kıraat hanesine, esnaflık yaptığı yere gelebilmiştir.
Yorgun, argın, düşkün olarak geldiği amcasının kıraat hanesinde, kendisine yardımcı olmak için, nereli ve kimlerden olduğunun sorulması ve karahasanoğullarından olduğu anlaşılınca, amcasının oğlu Karahasanoğlu,Temel oğlu Mehmed efendinin, Yunus oğlu Kadiri sahiplenerek kocaeli/ İzmit- Servetiye’ye kadar getirilmesini sağlamıştır.
Düşmanın İzmir’ den denize dökülmesinden, içerde ayaklanma ve düzenin sağlanmasından sonra Karahasanoğulları, silahlarını orduya teslim ederek köylerine dönmüşler, çift ve çubuklarıyla hayatlarını sürdürmeye devam etmişlerdir.
Yine Karahasanoğulları’ nın İstiklal savaşı sonrasında da yaşamaya devam ettikleri köylerindeki cami, bölgedeki bir kısım pravakatörlerce kışkırtılan bir kısım insanlar, mahalli parti idarecilerden destek alanlarca yıkılmak istenmişdir.
Servetiye Haci halil mahallesindeki camilerini yıkmak düşüncesi ile, caminin çatısından kiremitlerini alarak yıkmaya başlayanı, camilerinin çatısından aşağıya atan Karahasanoğlu gençlerini, yaşlıları ile birlikte başta Hüseyin amca, Yusuf amca, Ahmet amcalar olmak üzere yaşlıları ile birlikte Bahçecik nahiye Jandarma karakolunca gözetim altına alınmışlardır.
Bölgede camiyi yıkma bahanesiyle başlatılan gerginlik, İzmit’ te oturan ve sivil hayata dönerek tütün tuccarlığı yaparak ticeretle uğraşmaya devam eden, İstiklal harbinin Müfreze Milis Yarbay Mahmut Nedim bey ile Kolordu komutanlığı marifetiyle konu Ankara’ ya Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ e intikal ettirilmiştir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün emriyle gözetim altında tutulanlar bırakılıyor ve köy camisinin, hizmet vermeye devamı sağlanıyordu.
Bahse konu cami, Servbetiye karşı köyü/ Hacı Halil mahallesind halen hizmet vermeye devam etmektedir.
Kocaeli- İzmit bölgesinde İlk kurşunun bahçecik sırtlarında, Kuvva i Miliye Servetiye cephesince Mahmut Nedim beyin Milis müfrezelerince sıkılması anısına, Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmit’ in kurtuluş günü olan 28 Haziran Törenleri Servetiye’ nin bağlı olduğu Bahçecik nahiyesinden başlatılır ve İzmit merkezde tamamlanması sağlanırdı.
Birçok ulusal kahramanlarımız gibi Karahasanoğlu ailesine, İstiklal harbine katılanlara madalya dağıtıldığı, gazilerin maaşa bağlanacağı söylenmesine rağmen, birçok ulusal kahraman gibi, birçok Karahasanoğlu gazi, Fakir fukara, yetim, yoksul Şehid ailelerin bulunduğu, yokluk ve yoksulluk içindeki bir milletin hakkı olan beytül maldan maaş almayı ihtiyaç sahibi olmalarına rağmen reddetmişlerdir.
Bu aziz millet bu vatanı canlarıyla, kanılarıyla, yokluk ve yoksulluklarla her karışı için çok ağır bedeller ödemiştir. Bu bedelleri ve bedel ödeyenlerinin unutulmaması için azim ve kararlılıklarını ortaya koyanları, koyacak olanları, milletimiz hayırlarla, dualarla, şükranlarla anmaya ve yad etmeye devam edecektir.
İstiklal şairimizin:
SANA DAR GELECEK MAKBERİ KİMLER KAZSİN
GEL SENİ TARİHE GÖMELİM DEZEM SİĞMAZSIN”
Diyerek tarihe bile sığmayacağı söylenen şehid, şüheda, gazi ve ulusal kahramanlarımız için, yapma imkânımız olmasına rağmen yapmadıklarımız adına birşeyler yapmalıyız.
Ulusumuz için, milli ve manevi geleceğimiz için, ülkemizin ve insanımızın yarınları ile ilgili yapabileceklerimizle ilgili, iddialarla ve sevdalarla yüklü, bilgili, becerikli, donanımlı ve kabiliyetli olunması gerektiğini hatırımızdan çıkarmamlıyız.
Başta Mustafa Kemal ATATÜRK, silah arkadaşları, şehitlerimiz ve ebediyete intikal eden bütün gazilerimizi unutmadan, rahmetle, duayla ve şükranla anmalıyız.
Küçük Asya ya da ön asya Anadolu da, batı Türklerinin tutuşturduğu bağımsızlık ateşini elden ele, ülkeden ülkeye, kıtadan, kıtaya, gönülden, gönüle taşıyan atalarımızla ve bizler marifeti ilede vesile olmamızla iftihar etmeliyiz.
İstiklal harbimizin en sıkıntılı günlerinde, Orta Asyada, Afganistan’ da, Türklerin bulunduğu bölgelerde ve Türk ülkelerinde, Kardeş ve Müslüman ülkelerde dayanışma ve yardımlaşma mitinglerinin yapıldığı bilinmektedir.
O günlerde Pakistanlı genç bir öğrencinin, dedesinden intikalen anlattığı, aynı dönemlerde olağan hale gelen ve herkesce bilinen anıyı, hafızalarımıza kazımak için yeniden sunuyoruz; Yıl 1920, yer Pakistan, Şehir Karaçi, Yüz binlerce insan nefesini tutmuş Muhammed ikbali dinliyor. “Ey Müslümanlar, kendilerini hadimul haremeyn diye tarif eden, Mekke’ nin, Medine’ nin, hadimi, Müslümanların halifesi ve payı tahtı, Emperyalistlerce işgal edilmiştir.” “Yüce kapı, Bab- ı Ali, Allah Resulünün ümmete emanetleri esaret altına alınmıştır.” diye başlayan bir mucizevi konuşma ile hitab ediyor, ” bu gece Allah Resulünü ruyamda gördüm, elimde bir kase kanla Allah (cc) Resulunun huzurundaydım, ey ikbal bana ne getirdin diye sordu, kendisine; Afrikadan Kafkaslara, Balkanlardan, yemene, hicazdan, Çanakkale ye, şimdide Anadolu’ da Şehid olan Türk kardeşlerimin Şehid kanlarından getirdim ya Resulellah dedim,” “sözü üzerine alanda bulunan insanlar ceplerini, kadınlar, genç kızlar kulaklarındaki küpelerini, kollarındaki bileziklerini yırtarcasına sıyırarak, Yüce kapıya, Anadolu’ ya, Mustafa Kemal Atatürk’ e, Türk kardeşlerine yardım etme yarışını yaşadım.” diyen dedesini anlatırken duyduğu gururu yaşayan torunlar, ülkemizde ve bulundukları yerlerde bunları gururla anlatmaya devam etmektedirler.
Aynı şekilde Balkanlı, Kafkasyalı, Kırımlı, Tataristanlı, Özbekistanlı, Türkmenistanlı, Kazakistanlı, Doğu Türkistanlı, Azerbaycanlı, Tacikistanlı, Afganistanlı, Pakistanlı, Kırımlı, Başkurdistanlı ailelerden, Trabulustan, yemenden, Hicazdan, Afrikalı kardeşlerimizden dinlediklerimiz, dedelerden dinlediklerimizi dinleyerek anladıklarımız, Müslümanlardan ve insanlığını yitirmemişlerden gelen yardım, katkı ve duaların boyutunu daha iyi anlamamıza vesile olmaktadır.
Gençlerimizin, neslimizin, milletimizin milli, manevi ve yardımlaşma, dayanışma duygularını zinde tutacak faaliyetleri, hayata hâkim kılacak gayretler içerisinde olmalıyız.
Bağımsızlık mücadelemizden ilham alarak, kardeş, akraba, komşu milletler ile özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi başlatan milletleri, istiklal harbimize canlarıyla, kanlarıyla, mallarıyla katkı veren Müslüman milletleri ve insanlığı hatırımızdan çıkarmamalıyız.
Yine millet olarak Plevnede Osman Paşayı, Şipkada Süleyman Paşayı, Kafkasları, Balkanları, Yemen bölgesini, Trabulusu, Mağribli kardeşlerimizi, Filistini, Hicaz bölgesini, Özelikle medine müdafasi ve Fahreddin paşayı, İrak savunmasında Ali İhsan Paşayı ve anadolu insanı batıda, İstiklal savaşı verirken özellikle Mustafa Kemal Atatürk’ talimatıyla Basra, Bağdat ve Musul bölgesinde, Kerkük, Musul, Süleymaniye, Derbent, Zaho,Telafer, Köysancak, Revandüz merkezli Mudafa- i hukuk cemiyetleri kurarak, Kürt, Türkmen, Arap oymak ve aşiret beyleri kardeşlerimizle doğuda istiklal harbimizi veren Özdemir beyi, İdris essunusi yi, İstiklal harbimizi, aziz milletimizi, Mustafa Kamal Paşayı ve mümtaz silah arkadaşlarını unutmamamız gerektiğini akıldan çıkarmamalıyız.
Yine; Şehid kanları ile tapuladığımız, Mabetlerimizle mühürlediğimiz, Al bayrağımızla süslediğimiz bu aziz vatanı hayatlarının en güzel ve verimli döneminde kanları ve canları pahasına bize bırakanları unutmamlıyız.
Kıtalar büyüklüğünde Anadolu’da Medeniyetlere beşiklik etmiş, kavimler kapısı bu coğrafyada, varoluş azmimizi bayraklaştıran istiklal harbini başlatanları, emperyalizme karşı kahramanca direnerek batı Türklüğünün kalesinde,Küçük Asya da, vatanımızı düşman çizmesi altında telef olmaktan kurtararak, cumhuriyeti kuranları minnetle, hayırla, duayla, şükranla yâd etmeliyiz.
BU TAŞINDIR DİYEREK KABEYİ DİKSEM BAŞINA
RUHUMUN VAHYİNİ DUYSAMDA GEÇİRSEM TAŞINA
TÜLLENEN MAĞRİBİ AKŞAMLARI SARSAM YARANA
YİNE BİRŞEY YAPABİLDİM DİYEMEM HATIRANA
diyen İstiklal şairimiz gibi, diyerek, zaman, zaman, duadan başka bir şey yapamadığımız bu vatanı bize emanet bırakan şehitlerimizi bu duyarlılıklarla yaad etmeliyiz. (Karahasanoğlu)
Bu vesile ile ;
ŞEHİDLERİMİZİ ;
Tahir oğlu ŞEHİD, İbrahim Balkan cephesi ( Bulgaristan Şıpka da)
Tahir oğlu ŞEHİD, Şaban Balkan cephesi ( Bulgaristan Plevne)
Tahir oğlu ŞEHİD, Hafız Balkan cephesi (yeri bilinmiyor)
(Ayrıca Karahasanoğulları ailesinden balkanlarda 5 Şehid daha olduğu söylene gelmektedir, isimleri tespit edilmeye çalışılmaktadır.)
İsmail Oğlu ŞEHİD, YUNUS Ermeni Teröristlerce Bahçecik-Damlar,
Yunus Oğlu ŞEHİD, AKİF Sarıkamış, Erzurum veya Kafkaslar,
Hüseyin Oğlu ŞEHİD, SÜLEYMAN Çanakkale cephesi
Hacı Halil Oğlu ŞEHİD, MANSUR İstiklal Harbi Servetiye cephesi,
Hacı Halil Oğlu ŞEHİD, İLYAS İstiklal Harbi Servetiye cephesi,
Hacı Halil Oğlu ŞEHİD, TEVFİK İstiklal Harbi Servetiye cephesi
Terör ŞEHİD’ İ- SÜLEYMAN Karahasanoğlu
GAZİLERİMİZİ ;
Seyyar Tbr. Komutanı Milis Yrb
Mahmut Nedim ERDEM, İstiklal Harbi gazisi
Abdullah KARAASLAN, İstiklal Harbi gazisi
Ahmet KARAASLAN, İstiklal Harbi gazisi
Eyyüb ÖZKARAASLAN, İstiklal Harbi gazisi
Hacı Zülküf KARAASLAN, İstiklal Harbi gazisi
Hamza ÖZKARASLAN, İstiklal Harbi gazisi
İsmail KARAASLAN, İstiklal Harbi gazisi
Kadir ÖZKARAASLAN, İstiklal Harbi gazisi
Mehmed Ali KARAASLANER İstiklal Harbi gazisi
Mecit çavuş (KARAASLAN), İstiklal Harbi gazisi
Muhammed KARAASLAN, İstiklal Harbi gazisi
Muhammed KARATAŞ, İstiklal Harbi gazisi
Mustafa KARAASLAN, İstiklal Harbi gazisi
Ruşen ÖZKARAASLAN, İstiklal Harbi gazisi
Şakir Çavuş (ÖZKARAASLAN), İstiklal Harbi gazisi
Mecit KAARAASLAN Kıbrıs Gazisi
Tüm ŞEHİD ve GAZİLERİMİZ ile KIBRIS Savaşı ŞEHİD ve GAZİLERİMİZİ Teröristlere, hainlere Karşı mücadelede ŞEHİD olanlar ve yaralanan GAZİLERİMİZ ile Tüm ulusal kahramanlarımızı unutulmamaları umuduyla dualarla, şükranlarla, saygılarla, ve hayırlarla yâd ediyoruz.
Yararlanınan Kaynaklar
Mustafa Kemal Atatürk Nutuk
Türk İstiklal Harbi anıları
Ali Fuat CEBESOY – Milli Mücadele Hatıraları
Kazım ÖZALP Milli Mücadele anıları
Ali Üzmez Milli Müzadelede Servetiye Cephesi
Ali Üzmez Her yönüyle Başiskele
Dr Yusuf ÇAM Milli Mücadelede İzmit Sancağı
Şakir BALKI İzmitte Zaman
Venezilos un anıları Yunan devlet ve siyaset adamı 1
Y.Gamidas Çarkcıyan Türk devlet hizmetinde Ermeniler. 2
Gazi Şakir ÖZKARAASLAN – Anlatıları
Gazi Muhammed KARATAŞ – Anlatıları
Gazi Eyyüb ÖZKARAASLAN – Anlatıları
Vesile (Karahasanoğlu) Tanta Anlatıları
Emine (ÇALIK) ÖZKARAASLAN – Anlatıları
Sultan (Karaaslan) Usta anlatıları
Selime (ÖZKARAASLAN) AYLAN Anlatılar
Sultan (karaaslan) Özkaraaslan Anlatıları
Ahmet Kar Anlatıları
Sedet ÖZKARAASLAN Babası Şakir çavuştan dinledikleri
Sefer KAR-Anlatıları
Hayati KAR- Anlatıları
Abidin ÖZKARAASLAN gazi dedesi, gazi dedelerden ve aile büyüklerinden dinledikleri
GAZTECİ DUYGU KARAHASANOĞLU ARŞİVİNDEN TIRABZON MAÇKA
MAÇKA-İSTANBUL ARASINDA BİR OSMANLI ÂLİMİ,
KARAHASANOĞLU MEHMED ALİ EFENDİ (1852-1914)*
Pederimin ismi Hacı Osman Efendi ve lakabım Karahasanoğlu. İsmim
Mehmed Ali Efendi. Pederimin şöhretiyle yâd olunurum. Kendüm ve babam
hocadır. Pederim Haçavera karyesi ahâlîsinden ve karye-i mezkûrun bâ-berât
imâm ve hatîbi olduğu hâlde vefât etmişdir. Teb‘a-i Devlet-i aliyyedenim.
Ma‘rûf bir sülâleye mensûb olduğumu bilmem.
1269 sene-i hicriye ve 1267 sene-i mâliyesinde Maçka kazâsının
Haçavera karyesinde tevellüd eyledim.
Evvelâ Arabî müteveffâ pederimden tahsîl ve ba‘dehû Trabzon Hâtuniye
medresesinde Arabî ve Fârisî tahsîl eyledim. Ba‘dehû Hâtuniye medresesi
müderrisi fazîletlü Hacı Süleyman Efendi’nin vefâtından sonra Of kazâsı
müderris-i kirâmından fazîletlü Hacı Osman Efendi’den tahsîl ve icâzete
muvaffak oldum ve icâzetnâmemi zâyi‘ eyledim. Türkce ve Arabca ve Rumca
tekellüm ederim. Türkce ve Arabca kitâbet ederim ve hitâbet cihetine dâir berâtı
âlîşânım vardır ve Bâyezîd ve Yenicâmi‘-i şerîflerde va‘iz ve nasîhat etmek
içün bâb-ı Meşîhat-penâhînin dersi vekâletinden fî 28 Şa‘bân sene 307 târihlü
ruhsat tezkiresi yedimde mahfûzdur.
* Konaklı, Salahnoy ve İslamlı’da bulunan Karahasanoğlu aile mezar taşlarının fotoğraflanması
çabalarıma eşlik, mezar taşlarının temizlenerek ortaya çıkarılmasına yardım eden Bülent
Karahasanoğlu ve Sebahattin Karahasanoğlu’na teşekkür ederim. Ayrıca makaleyi basımından
önce okuyan İlker Külbilge, Süleyman Zağıl ve Karahasanoğlu ailesinin son katılımcısı Cihan
Osmanağaoğlu-Karahasanoğlu’na minnettarım.
** Yrd. Doç. Dr., İstanbul Medeniyat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, İstanbul,
skarahasanoglu@medeniyet.edu.tr
Selim Karahasanoğlu
150
Fî 17 Şa‘bân sene 329 ve fî 30 Temmuz sene 327 târihinde Maçka Kazası
Müftîliğine ta‘yîn buyurularak hâlâ vazîfemi îfâ etmekdeyim.
Hiçbir vakit muhâkeme ve mahkûm olmadım.1
Uzun boylu, elâ gözlü, buğday tenli, karye hatîbi Karahasanoğlu Hacı
Osman’dan (1800-1864) olma, Ayşe Hatun’dan doğma: Karahasanoğlu
Mehmed Ali Efendi. 9 Ocak 1852’de2 Trabzon vilayetine bağlı Maçka
kazasının3 Haçavera ( هرواجخ ya da 4(هريواجخ köyünde, 25 numaralı hanede
doğdu.5 İlk hocası babası, ardından Trabzon müderrisleri oldu. Türkçe ve
1 Bâb-ı Meşîhat Şeyhülislâmlık Arşivi, Ulema Sicil Dosyaları, no. 2455 [Bundan sonra: Sicil
Dosyası, 2455], 9 Haziran 1914 tarihli “Me’mûrîn ve Ketebe ve Müstahdemînin Tescil
Edilecek Tercüme-i Hallerinin Tahrîrine Mahsus Varaka”dan.
“Berâtlı imamlardan ve müderrislerden Karahasanoğlu Hacı Osman Efendi’nin oğlu olup 1267
(1851) tarihinde Maçka kazasının Haçavra [sic] köyünde doğmuştur. Babasından tahsile
başlamış ve onun vefatı ile 1282 (1866) senesinde Trabzon’da bulunan Hatuniyye
Medresesi’nde müderris Kölezâde Hacı Süleyman Efendi’den okumaya başlamıştır. Onun da
vefatı ile Of’a gitmiş ve 1284 (1868) senesinde Hopşera-i Ulyâ (Yukarı Hopşera)
Medresesi’nde müderris Velizâde Hacı Osman Efendi’den ders almaya başlamıştır. Bu son
hocasından 1290 (1874) senesinde icâzet almıştır. Şaban 1307 (1899)’de İstanbul’a gitmiş ve
Ders Vekâleti huzurunda imtihan olarak Bayezit ve Yenicami’de vaaz etme ruhsatnamesi
almıştır. 1324 (1908)’de hasta olup memleketine gitmiş ve köyünde imamlığa başlamıştır. Bu
sıralarda inhilâl eden kaza müftülüğü için elyak görülerek 27 Temmuz 1327 (1911) tarihinde
Maçka kazası müftüsü olmuştur. 12 Kânunievvel 1330 (1914) tarihinde vefat etmiştir.” Bkz.
Albayrak 1980, cilt 3, 87.
Albayrak’ın Mehmed Ali Efendi’ye dair bu pasajında iki hata göze çarpıyor. Birincisi, bir tarih
çevirme hatasıdır. “Şaban 1307 (1899)’de İstanbul’a gitmiş…” cümlesinde, Albayrak’ın verdiği
miladi tarih hatalı olmalıdır. Doğrusu, 1890 olacaktır. İkincisi, Albayrak’ın “1324 (1908)’de
hasta olup memleketine gitmiş ve köyünde imamlığa başlamıştır” şeklinde verdiği malumat
hatalı olmalıdır; zira Mehmed Ali Efendi’nin sicil dosyasında bu türlü bir bilgi mevcut değildir.
Sicil dosyasında hastalıktan tek bahis, “1324 sene-i mâliyesinde Dersa‘âdet’e vâki‘ olan
seferimde esîr-i firâş olarak tifo hastalığıyla üzerimde bulunan icâzet-nâmemi kazâen gâib
eyledim” şeklindedir. Muhtemeldir ki Albayrak, bu bilgileri karıştırmıştır.
2 Mehmed Ali Efendi’nin gerçek doğum tarihi 1852 iken nüfusta büyük yazılmıştır. Cerîde-i
nüfus, doğum tarihini 1255 (1839-40) olarak verir: Sicil Dosyası, 2455.
3 Muhtasar bir Maçka tarihi için bkz. Eyüboğlu 1986, 17-51; Eyüboğlu 2004, 9-69. Bizans ve
Osmanlı dönemi Maçka’sında kırsal yaşam, ekonomi, mülkiyet meseleleri için Bryer 1986, 53-
95; Lowry 1986, 97-128; Jennings 1986, 129-154.
4 Bugünkü adı: Yeşilyurt. Gültekin Gazioğlu (1939-2005), köyün yeni adını kendisinin
koyduğunu söyler. Bkz. Gazioğlu 2010, 16.
Haçavera adının anlamına dair amatör bir fikir yürütme için bkz. Karagöz 2003, 58-62; Karagöz
2004, 112-113.
5 Haçavera, 1877 yılı itibariyle 88 haneli bir köydür: Trabzon Vilayeti Salnamesi: 1877, cilt: 9,
haz. Kudret Emiroğlu (Ankara: Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma
Vakfı, 1995), 259.
Karahasanoğlu Mehmed Ali Efendi (1852-1914)
151
Arapça’yı okur, konuşur, yazar; Farsça ve Rumca’yı kısmi konuşabilirdi.
Haçavera’da Rüstemzade Camii imamlığına babasının ölümü üzerine büyük
oğul Mehmed Ali Efendi getirildi (7 Kasım 1865).6 Nihayet İstanbul’a seyahat
etti ve 19 Nisan 1890 tarihi itibariyle 38 yaşında iken Bayezid ve Yenicami’de
vaaz ehliyetini ispat etti.7 Mehmed Ali Efendi, 13 Ağustos 1911 tarihi itibariyle
Maçka kazası müftîsi tayin buyuruldu ve 25 Aralık 1914 tarihinde vefatına
kadar, 3 sene 4 ay 16 gün bu görevde kaldı. Mezarı, Trabzon ili, Maçka
ilçesinde, Salahnoy mevkiinde bulunuyor (bkz. Ek 1).
Bölgede, Osmanlı dönemi Karahasanzâde/Karahasanoğlu mezar taşları
üstüne çalışmamız sırasında, Mehmet Ali Efendi’nin kendisine ait mezar taşının
bulunduğu Salahnoy mevkiine yakın Konaklı mevkiinde büyük Karahasanzâde
mezarlığında, Mehmet Ali Efendi’nin babası Ömer oğlu Osman Efendi’nin
mezar taşını tespit ettik (bkz. Ek 2). Buna göre “karye hatîbi” Osman Efendi, 20
Muharrem 1281 (25 Haziran 1864) Cumartesi günü hayatını kaybetmiştir.
Böylece, küçük Mehmed Ali’nin 12 yaşında yetim kaldığı bilgisine erişiriz.
6 “…Haçavera karyesinde vâki‘ Rüstemzâde Câmi‘-i şerîfinde ber-vech-i hasbî hitâbet cihetinin
tevcîhine dâir vârid olan inhâ üzerine kaydı bi’l-ihrâc mu‘âmele-i kalemiyesi lede’l-icrâ cihet-i
mezkûre mutasarrıfı müteveffâ Molla Osman bin Ömer’in mahlûlünden bi’l-imtihân ehliyeti
nümâyân olan sulbî kebîr oğlu işbu râfi‘u tevkî‘i refî‘u’ş-şânı hâkânî Mehmed Ali zîde
salâhahûya bi’t-tevcîh yedine berât-ı âlîşânım i‘tâ olunmak bâbında…”: Sicil Dosyası, 2455,
“Şûrâ-yı Devlet’in gayrî devâirden mesâlih-i şahsiyeye dâir verilen mazbatalara mahsûs
varaka”dan.
Hacı Osman’ın babası Molla Ömer (1775-1843)’in de (Mehmed Ali Efendi’nin dedesi)
Rüstemzade camiinin imamlığını yaptığı anlaşılıyor: BOA, NFS.d. 1100, 18.
Cami (bkz. Ek 3), adını (bugünkü adı: Örnekalan Camii) bânisi Rüstemzâde el-hac Mehmed’den
alıyor: “Gümüşhane muzâfâtından Maçuka kazasında Haçavera karyesinde vâki‘ ashâb-ı
hayrâtdan Rüstemzâde el-hac Mehmed’in binâ eylediği bu câmi‘-i şerîfde… ”, BOA, C.EV.
- Adnan Durmuş, bu arşiv belgesine referans veriyor. Durmuş 2010, 114; dipnot 189;
ancak arşivde kayıtlı fon kodunu zikretmiyor.
Durmuş, camiin inşa tarihi olarak 1260/1844 yılını zikrediyor ki (Tarih ve Kültürü ile Maçka,
312) bu doğru olmamalıdır; zira yukarıda zikrettiğimiz arşiv belgesi (C.EV. 19295) 1260
tarihini taşımakta ve cami imametinin vefat dolayısıyla babadan oğula intikalini bildirmektedir.
Dolayısıyla, 1260’ta imamet değişimi gerçekleşen cami, daha önceki bir tarihte inşa edilmiş
olmalıdır.
Söz konusu cami, bugün iki sınır ahalisi tarafından paylaşılamıyor: “Muhtarı sarhoş edip bizim
camimizi elimizden aldılar,” Sabah, 16 Ağustos 2010.
7 Mehmed Ali Efendi’nin İstanbul hayatına dair, bu bilginin ötesinde ayrıntıya sahip değiliz. Bilgi
sahibi olmayışımız, onu “Maçka-İstanbul Arasında Bir Osmanlı Âlimi” olarak tanıtmamıza
engel de değil.